Melike Altinisik - 100 Women Architects in Practice / LTAA Spotlights #2

8 February 2024

'100 Women: Architects in Practice', 250'den fazla bölgeye ve beş kıtaya uzanan kadın mimarlardan oluşan bir seçkiyi derleyen yeni bir Royal Institute of British Architects (RIBA) yayını. 

Melike Altınışık, bu özel seçkide yer alan Türk mimarlığının yegane temsilcisi. Kendisine, "100 Women Architects in Practice" kitabında yer alışı ve Londra'nın eğitimi ile mimari kimliğindeki önemi hakkında sorularımızı yanıtlama nezaketini gösterdiği için teşekkür ederiz.

1) İstanbul'da mimarlık eğitiminizden, bugün Londra'da RIBA tarafından dünya çapında 'Mimari Uygulamada 100 Kadın' seçkisinde yer alışınıza kadar olan kariyer yolculuğunuzu bizimle paylaşabilir misiniz?

Bir insandaki üretim aşkını ve özüyle kurabildiği diyalogu çok ufak yaşlardan alıp incelemeye başladığınızda, kariyer yolculuğundaki durakların hiçbiri tesadüf ya da şans eseri gibi durmuyor. Bu anlayışla, bugün geriye bakıp düşündüğümde ne İstanbul Teknik Üniversitesi lisans eğitimini birincilikle tamamlamam ne de mimari yüksek lisans eğitimini Londra’da bir Tasarım Araştırma Laboratuvarı olan Architectural Association AA DRL’de yapmam tesadüf duruyor.

Eğitim sonrası hayatımda ise Londra’da uluslararası profesyonel platformda Zaha Hadid Architects (ZHA) ile geçen yaklaşık 7 yıllık süreçte, farklı ölçeklerde, geniş bir yelpazedeki projelerde önemli tecrübeler kazanmak, dünyanın her yerinden mimarların bir araya geldiği adeta enlerin dünya atlası olarak tarif edebileceğimiz bu ortamda, bilgi akışının merkezinde olmak benim için vazgeçilmesi zor bir okul gibiydi. ZHA bünyesinde bir yandan kariyerimde uluslararası platformda aktif yıllar geçirirken, diğer taraftan Londra’nın bütün kültürel ve sosyal olanaklarından da faydalanıyordum. Ancak, Londra’da geçen 8 yıl ardından kendimi gelecek açısından kritik bir dönemde hissediyordum. Aileme yakın olmam, kendi topraklarımda yaşamam beni kesinlikle çok daha iyi hissettirecekti. Bir karar vermem ve eyleme geçmem gerekiyordu. Ya enlerin merkezi olan ZHA bünyesinde yoluma devam edecek ve özgün, öncü projeler üzerinde çalışmaya devam edecektim ya da büyük bir risk alıp kendi beyaz sayfamı sıfırdan açma kararı ile İstanbul’a gelecektim. Zoru tercih ettim.

Londra’ya gittiğim 2004 yıllarındaki dünya ile 2012’de bana bu kararı aldıran dünya aynı değildi. Artık adresim İstanbul olabilirdi ve yerden bağımsız dünyaya seslenebilirdim. Bulunduğumuz çağ, bu olanaklara imkan verirken, geçmişte birçok medeniyete ev sahipliği yapmış, şu an hala birçok toplumu bünyesinde barındıran, kozmopolitliğin dünya üzerinde belki de eşsiz bir örneği olan İstanbul’da olma tercihi ağır bastı.

2013’te İstanbul’a gelip, tüm bu birikimi ve tecrübeyi Melike Altınışık Architects (MAA) çatısı altında güçlü ve dinamik bir mimari tasarım ekibiyle birlikte kullanmaya kararı verdim. Bugün geldiği noktada MAA - Melike Altınışık Architects, Türkiye’de İstanbul ve Güney Kore’de Seul merkezli ofisleri ile masterplan, yüksek yapı tasarımlarından iç mekanlara, enstalasyon ve ürün tasarımına ölçekler arası geniş bir yelpazede yenilikçi ve vizyoner projeler geliştirme odaklı uluslararası bir mimarlık pratiğine dönüştü.

MAA’nın profesyonel platformdaki çalışmaları arasında bir uçta, CTBUH “Best Tall Non-Building 2022” ödüllü İstanbul’da fütüristik tasarımı ile 369m yükselen İstanbul TV-Radyo Kulesi ile Seul’da dünyanın ilk öncü Robot ve Yapay Zeka Müzesi (Seul Robot and AI Museum – RAIM) gibi ileri teknoloji ve inovasyon içerikli projeleri yer almaktadır.

20 yılı aşkın süredir devam eden bu kariyer yolculuğumda Europe 40 under 40 (2018), BAKSI Mimari Destek Ödülü (2021), FEIDAD Design Award ve Swiss Art Tasarım ödülü (2007) gibi prestijli ödüllere layık görülmenin yanı sıra son dönemde RIBA tarafından 2024 yılı Ocak ayında yayınlanan ‘100 Women: Architects in Practice’ kitabında yer almak bu zorlu yolculukta büyük bir umut ışığı oldu.

2)  Bugün, Melike Altınışık'ın şu anki konumuna ulaşmasını sağlayan en büyük motivasyon veya tetiklenme noktası neydi?

Bugün geçmişe dönüp baktığımda, asıl tohumların çocukluk yıllarında atıldığını gözlemliyorum. Renkli bir ailede dünyaya geldim. Bu bağlamda, şanslı bir geçmişim var. Özünde mühendis bir babanın kızıyım. Babam, bilime ve sanata aşık bir kişiliğe sahipti. Çocukluğumdan hatırladığım, benim için çok önemli yerler ve duraklar var. Geçmişe bakıp yolculuğumu tasvir ederken, bu durakları “kapılar” diye tarifliyorum. Bu kapılardan en önemlisi, 12 odalı bir konak. 1880'lerde inşa ediliyor. 1920'lerde ise Altınışık ailesine geçiyor. Daha sonra nesiller boyunca hep o evde yaşamışlar. O ev benim için çok büyülü bir yerdi. Kapısından içeriye girdiğinizde, bir orta salon vardı. 2 katlı bir konaktı, her katta 6 odası vardı. Odaların hepsi o salona açılırdı. Çocukken kuzenlerimle birlikte evi keşfe çıkardık. Benim için mekânın büyüleyiciliği çok değerliydi ama asıl önemli olan, o kapıların açıldığı insanlar ve zihinlerdi. Yani, hayatımda temas ettiğim kişiler. Bunların değerini şimdi, geçmişe baktığımda daha iyi anlıyorum.

Hayatımdaki ilk yol gösterici, babaannemdi. Onun düşüncelerini, okudukları ve öğrendikleri üzerinden bana aktardıklarını dinlemeye bayılırdım. 80’li yıllarda dünyayı dolaşma fırsatları olmuştu. Gittikleri her seyahatin ardından dizinin dibine oturup, o seyahatleri dinlemek, hayaller kurmak… Kısacası, özünde hayaller kurmanın öğretildiği bir aile geçmişim var. Baba figürü de benim için çok önemliydi. Babamın mühendislik geçmişine rağmen sanata olan ilgisi, büyüdüğüm yıllarda bana çeşitli malzemeleri test etme fırsatı sundu. Örneğin, biz kardan adam yapmazdık, da kardan aslan yapardık. Olay orada farklılaşmaya başlıyordu zaten. Herkesin alıştığı ezber üzerinden ilerlemeyen, onun yerine ilgi alanlarınızla şekillenen bir gerçeklikten söz ediyorum. Orada, henüz 4-5 yaşlarındayken karı bir malzeme olarak kullanıp heykel yapmayı öğreniyorsunuz aslında. Yardım ediyorsunuz, asistanlık yapıyorsunuz, usta-çırak ilişkisinin baba figürü üzerinden geliştiği bir gerçeklik var. Babam tarihe meraklı biriydi. Bildiğimiz gaz beton malzemeyi yontarak Bergama Altar Tapınağı'ndan bir fresk sahnesini soyutlayarak canlandırmıştı. Ben de ona asistanlık yapıyordum. Yeri geliyor, işte oymaya yardım ediyorsunuz, yeri geliyor zımparalıyorsunuz.

Malzemeye dokunmak, ona temas etmek, bir yandan üçüncü boyutta düşünme becerim orada gelişmeye başlıyor. Zaten ben de, yalnız bıraktıklarında puzzle ile oynayan bir çocukmuşum. Bugünkü Melike'yi incelediğimde, problem çözerken parçadan bütüne giden çözüm arayışlarımda çocukluğumun puzzle dünyasını görüyorum. Önünüze bir kaos konuyor ve siz o kaosta yolunuzu bulmaya çalışıyorsunuz. Puzzle öyle bir dünya çünkü. Bir yandan da, 12 yaşıma gelinceye kadar bir çiftlikte büyüdüm. Altınışık Çiftliği diye geçiyordu. Doğayla olan temasımın temelleri de orada atıldı. Şu an, kendi mimarlık pratiğimi “doğa ve teknoloji arasında insana dokunan bir gerçeklik yaratmak” olarak tarifliyorum. Bu yaklaşımımda, çocukluk yıllarımda hem kentin merkezinde olup hem de bir çiftlikte büyüme şansına sahip olmamın, doğanın içinde ve hayvanlarla çevrili olmamın çok önemli katkıları olmuştur.

Böylesi bir çocukluğun ardından, aslen gelecekte tasarım ile ilgili bir şey yapacağımı tahmin ediliyordu. Taşkışla binasının o görkemli ahşap kapısından içeri girdikten sonra, artık beni bambaşka bir dünya bekliyordu. Londra’ya açılan kapıdan geçtikten sonra, aslen imkansız diye bir şey olmadığını, sadece biraz vakit alacağını, düşe kalka, çok çalışarak, en önemlisi sabırla ve umutla yola devam edildiği sürece gerçekleşeceğini öğrendim.

3) Mimarlık pratiğinizde hangi yeni teknolojileri kullanıyor veya entegre ediyorsunuz?

Melike Altınışık Architects (MAA), hem MAA İstanbul hem de MAA Seul ofislerinin çatısı altında, dünyanın çeşitli yerlerinde, farklı coğrafyalardaki, farklı ölçek ve tipolojideki projelerin kimi zaman tasarımsal, kimi zaman yapısal zorluklarını aşmak için sürekli sorgulayan, araştıran, inovatif ve teknolojik araçları birer aktör gibi tasarım sürecine dahil edebilen üretim pratiğinin içerisinden gelen, uluslararası kimliklerinde içinde yer aldığı dinamik bir mimari tasarım ekibi barındırmıştır. Mimarlık deneyimi, “doğa-teknoloji-mimarlık” arasındaki ilişkinin tam ortasında duran anlayışımızın dayandığı birkaç önemli soru var. Bunlardan biri; Doğaya nasıl bakmalıyız? Diğeri ise; Teknoloji ile nasıl konuşmalıyız? Ve tabii ki, bu soruların cevaplarını mimarlığa ve kentlerimize nasıl yansıtmalıyız?

Doğadan öğrenerek tasarım yapmanın ve sistemler kurgulamanın gücü, aslen yaşamı çeşitli enerjilerin bir maddeler bileşkesi bağlamında görebilmekle de ilişkili. Bu öğretilerin teknolojik gelişmeler sayesinde hesaplanabilir strüktürlere ve mekanlara dönüştürülebilir olmasını sağlayacak yenilikçi sistem çözümlerinin, en az madde kullanımı ile hafif, yerli ve doğal malzemelerin araştırılması, MAA’nın vazgeçilmezlerini oluşturuyor. Diğer bir taraftan, doğadan öğrendiğimiz teknolojiyi kullanarak mimari yapılara uygulayan bir ekip olarak, akıllı tasarım ve akıllı yapma metodolojileri, yani robotik bilim, bizim için sadece özel ilgi alanı değil, aynı zamanda özel çalışma sahası. MAA’nın 20 Mayıs 2021’de Güney Kore'nin Seul kentinde robotlar eşliğinde temel atma töreni gerçekleşen ‘Seul Robot ve Yapay Zekâ Müzesi’ projesi, yenilikçi bir şekilde toplum genelinde mimarlık, bilim ve teknolojinin geleceğinde Robotları ve Yapay Zekayı tezahür ettirmek için katalitik bir rolü sembolize edecek. 4. Endüstri devrimi için Kore'nin bir sembolü olacak bu yapının 2024'ün 3. çeyreğinde inşaat sürecinin tamamlanması ve kullanıma açılması planlanmakta.

Mimar olarak, bununla ilgilenmemizin en önemli unsurlarından biri, akıllı yapım metodolojilerinin mimari tasarım ve yapım süreçlerinde, BIM (Building Information Modelling) gibi platformlar aracılığı ile gitgide daha önemli roller almaları. Bir robot, bir evi inşa edebiliyor artık. Daha sistematik ve güvenli bir iş ortamı sağlıyorlar. Süreci hızlandırmakla kalmayıp, aynı zamanda yapay zekâ ile tasarım süreçlerinde de aktörleşebilecekleri bir gelecek bizleri bekliyor. Bu bağlamda, yakın gelecekte, başta yapay zekâ olmak üzere, teknolojik gelişmelerde sürecin esiri olmak yerine, ‘doğa-teknoloji-insan’ arasındaki diyalogda mimarlığın ve mimarın değişen rolünde sistemi yön gösterici olarak kullanabilenlerden olunabilmesini önemsiyoruz.

4) Londra'nın Türk kadın bir mimara sunduğu ayrıcalıklar nelerdi ve bugün güncel olarak sunduğu avantajlar nelerdir?

Londra'ya gittiğim 2004 yıllarındaki dünya ile bugün içinde yaşadığımız dünyada, coğrafyadan, dilden, dinden ve ırktan bağımsız "mimarlık ve kadın" hala önemli global bir konu. Adresimin Londra (2004-2013) olduğu ama adeta bana bir dünya atlasında iş yapma imkânı sunan o ortamda olma hali, en başta "mimarlık ve kadın" dendiğinde cinsiyetten azade yaşam odaklı düşünmek gerektiğini, bu yolda inandıklarından vazgeçmeden eşitliğin peşinden ilerlemeyi öğretti.

Vizyonunuz ile önce dokunduğunuz yakın çevrenizdeki kişileri, sonra daha geniş bir kitleyi ve derken milyonların vizyonunu ve dünyayı değiştirebilirsiniz. Bu bağlamda, herhangi bir münhasırlığı göz ardı etmenin kilit noktası, "Bilgi"nin gücüne inanmaktır. Bilgi cinsiyetin üstündedir. Bilginin gücünü takip ederseniz, bilgi birikiminizi ve bilgi paylaşımınızı sürekli geliştirirseniz, yenilikçi olursunuz ve o zaman zorlukları aşabilirsiniz. Çünkü cinsiyet görünmez hale gelir ve bilginin gücü daha önemli hale gelir.

Bu bağlamda, kendi var ettiğimiz geleceğimizde masallardaki gibi bir kahraman logosuna, bir pelerine, bir maskeye, olağanüstü güçlere veya mutlu sonla biten peri masallarındaki gibi kurtarılmayı bekleyen prensesler olmaya gerek yok. Geleceği bugünden hatırlamak ve kendini gerçekleştirebilmenin tek yolu, kadın ya da erkek, bir ya da sıfır, doğru ya da yanlış olabilmekle de alakalı değil, kendini gerçekleştirmenin yolu, siyah ve beyazın arasındaki tüm grilerle var olan dirençli, devinim halinde ve dengede önce insan ve sonra mimar olabilmektir.

Bugün RIBA "100 Women: Architects in Practice" kitabı kapsamında dünya çapında fark yaratan 100 kadının mimarlık alanında yapılı çevreye olan katkılarını inceliyor ve kadının sesini, görünürlüğünü artırmada RIBA hala katkı sağlama ihtiyacı duyuyorsa, bu mücadele daha devam edecek demektir.

5) Sizce hızla gelişen, küreselleşen ve sürekli değişen günümüz ve hatta gelecek dünyasında, işbirliği iş planlarında ve proje geliştirmede nasıl bir rol oynayacak?

Bugün baktığım pencereden değerlendirdiğimde, disiplinler üstü bir dönemde yaşıyoruz. Artan bilginin hacmi ve kompleks yapısı, disiplinler arası sınırların kalkması, hiyerarşik düzenin değişmesine, mesleklerin melezleşmesine neden olmakta ve paylaşımcı sinerjiler çoğalmakta. Gelecekte, insan vücutlarını, beynini, aklını yapabilecek mühendislikler geliştirilmeye başlandığı bir dünyaya doğru evrilirken, elbette mimarlıklarımızda kullandığımız tasarım araçları kadar kullanılan malzemeleri, yapım metodolojilerini ve iş birliği anlayışımızı, geleceğin yaşamlarının ihtiyaçları çerçevesinde yeniden keşfetmeliyiz.

Bireysel değil, kolektif olmak; makro çözümler yerine mikro-komüniteler ve mikro-ekonomiler yaratabilen, hijyen, doğa, çevre, iklim gibi yeni duyarlılıkları merkezinde toplayan sistemlere ihtiyacımız var. Ekip olmak ise başka bir heyecan, tabii ki ekip çalışması için birlik çok önemli; birlikte olabilmek, biz olabilmek. Hep vurgularım, "biz" demeyi başarabilmek, ekip olabilmenin birincil kuralıdır. Çünkü bir işi artık tek başınıza yapmıyorsunuz; çoklu bir ortamda, birçok kişi olarak gerçekleştiriyorsunuz. O bağlamda da ekip olabilmek, o ekip ruhunu kurabilmek, bunu bir zorunluluk değil, gerçekten birlikte üretmenin bir parçası haline getirmek önemli unsurlar. Her şeyin odağında ise 'iyi' iş üretmek olmalı.

Film sektöründeki ekip kurma anlayışı bir gün mimarlığa da entegre olabilir mi diye hep düşünürüm. Elbette bunun için en başta karar vericilerin ve yatırımcıların vizyonlarının bu anlayışa entegre olması gerekir. Ama hayali bile heyecan veriyor. İlgili proje özelinde belirli bir süre kapsamında, konusunda uzman enlerin bir araya geldiği, heyecan verici bir ekip oluşturmak ve projeyi bu iş birliği modeli ile hayata geçirmek. Öte yandan, yakın gelecekte aslında bu hayalden çok da uzak olmayan bir dönüşümün hali hazırda yaşanmaya başladığını gözlemliyorum. Artan insan nüfusu ve ihtiyaçlar doğrultusunda yüzlerce mimarın bir arada çalıştığı ofis modelleri yerine, çok daha küçük ölçekli ofislerin belli projelerde iş birliği kapsamında güçleri birleştirdiği bu mikro ölçekli ekosistemlerin git gide çoğalacağına ve ana akım haline geleceğine inanıyorum.

6)  Sizi ön görülebilir gelecekte neler bekliyor?

2024 yılı, MAA'nın son 5 yıldaki emeklerinin karşılığını topladığı yıllardan biri olacak. Yıllardır üzerinde çalıştığımız 3 projemizin açılışı yakın gelecekte gerçekleşecek. 2024'ün ilk çeyreğinde Zonguldak Filyos Limanı'nda dalgakıran eşiğinde, 110 metre uzunluğunda bir seyir alanı oluşturacak şekilde konumlanan TPAO HQ binasının açılışını yapacağız. 2024 yılının ikinci çeyreğinde, 4. Endüstri devrimi için Kore'nin bir sembolü olacak Seul Robot ve Yapay Zekâ Müzesi (Seoul RAIM) projemizin açılışı takip edecek. 2025 yılının başlarında ise Sapanca Balkaya Köyünde yer alan, MAA'nın çevre dostu mimari vizyonuyla tasarlanan, doğa ile iç içe ahşap evlerden oluşan COA Hills projemiz kullanıma açılacak.

Önümüzdeki 5 yıllık planlarımız içinde ise MAA'nın dünya atlasındaki projelerinin varlığını ve ofis adreslerini İstanbul ve Seul ötesine taşıyarak, Londra ve Los Angeles'ta ofislerimizi açma yolunda adımlar atacağız. Diğer yandan, hep yanımda taşıdığım, tek bir cevabı olmayan ve cevaplarının peşinden bir yaşam boyu koşacağımız sorularımı sormaya devam ederek, bu serüvene devam edeceğiz.

"8 milyar insan nerede, nasıl ve ne yaşıyoruz? Yaşamak için nasıl bir dünyaya dönüşüyoruz?"

Değerli ve kapsamlı açıklamalarınız için gerçekten minnettarız. '100 Women' kitabı için sizi tekrar tebrik ediyoruz ve bu etkileyici röportaj için de çok teşekkür ediyoruz.

Değindiğiniz üzere hızla değişen, karmaşıklaşan, globalleşen, mesleki kapsamı genişleyen piyasada, kolektif algı ve iş birliklerinin umut ettiğimizden daha fazla yaygınlaşıp benimsenmesi ve en yakın zamanda ortak vizyonların daha geniş çaplı hayata geçmesi dileğiyle.

Röportaj: Kaan Öncüoğlu

Görseller: Melike Altinisik Architects (MAA)